Öne çıkan

KUTLAYAMADIĞIMIZ DOĞUM GÜNLERİ İÇİN….

Bebekler doğduklarında, ilk anne ve babalarıyla göz göze gelirler ya hani…Benim babam çok uzaklarda olduğundan, ben onun yerine de annemin gözlerine bakmış olmalıyım uzun uzun. Ondandır annemle olan güçlü bağlarım ve tükenmez sevgim. Ben büyürken, dedem yaptı bana babalık. Yamalı  yanımı hissettirmemek için çırpındı durdu yıllarca canım dedeciğim nur içinde uyusun.Uzaktaki babamsa, içimdeki ” boş ” tarafı, yolladığı ”dolu ” bavullarla telafi edebileceğini düşünüp kendisini rahatlattı hep sanırım. Bense her defasında o renkli oyuncakların, çiçekli elbiselerin bir köşesinden acaba babam sürpriz yapıp çıkar mı diye beklerdim. Çocukluk işte 🙂 Yıllar geçse de biz hiç bir zaman sahici baba-kız olamadık zaten. Hani derler ya ; kızların ilk aşkları babalarıdır diye…Belki de ondandır bunca arayışım.

Küçücük bir kızken anlayamadığım ( ya da anlam veremediğim ) o boşluğu, kırklı yaşlardan sonra fark etmeye başladım. Aslında babama ne kadar çok ihtiyacım olduğunu, biribirimizin doğum günlerini birlikte hiç kutlamadığımızı, onun ve benim için önemli olan günlerimizde hiç birlikte olmadığımızı, ne sevinçlerimizi, ne de acılarımızı aslında hiç paylaşmamış olduğumuzu, sırtımı ona hiç yaslayamayışımı, ona hiç de şımaramamış olmamı….

Bu gün babamın doğum günü…Ben; ” BU ” gün hiç kutlayamadığımız doğum günlerimiz için, bana destek olmadığın günler için, senin bana baba, benim sana evlat olamadığım yıllar için, hediye ” dolu ” bavullarda, kalbimi ” bomboş ” bıraktığın için, hastalandığında yanında olamadığım için, biribirimizi sevgiden ve ilgiden mahrum bıraktığımız….kısacası karşılıklı her eksik kaldığımız şey ve şeyler için !!!! Ben seni affediyorum…sen de beni affet .

Ayrı geçirdiğimiz her doğum günü için….DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN BABA.

Şarkıda da söylediği gibi;  Bu dünyada helalleşemedik, orda halleşiriz.

Kızın…

 

 

 

KOD ADI ”OSMAN”

Uzunca bir süredir dikkatimi çeken bir konu üzerine bu defa yazmak istediklerim. Bazen sokakta yürürken, bazen oturduğum cafede kahvemi içerken, en son da ada vapurunda giderken şahit olduğum konuyu paylaşmak istedim 🙂 bahsi geçen şahıslar nedense !!! hep kadın arkadaşlar ve ellerinde telefon bas bas bağırarak karşılarındaki adama dert anlatamamaları. Kendileri anlattıklarını zannetse de, karşılarındakiler anlamamakta direnen adamlar. Artık en sonuncusunda, adaya giderken yine karşımda bir  kadıncağız, normal başlayan ama karşıdan gelen cevapların vahametiyle gittikçe artan ses tonuyla konuşunca, sadece ben değil bütün vapur dinler olduk konuşmayı. Sonunda o anlatmaktan , karşısındaki de anlamamaktan bezince ağlayarak kapattı telefonunu ve nerede olduğunu umursamadan hıçkırarak devam etti ağlamasına. Biraz sakinleşince yanına oturup  iyi olup olmadığını ,biraz su içmek isteyip istemediğini sordum gülümseyerek…

Zaten konu belliydi:) dert de birçok insanla  ortaktı 🙂 yaş da çok genç olunca, kendisini üzmesi de kaçınılmazdı kızcağızın. Ve aslında kabullenmesi de bir o kadar  zaman alacaktı. Erkeklerin, kadınlar gibi düşünmediği veya düşünemediği gerçeğini kabullenmek hiç de kolay olmuyordu biz kadınlar için evet ama, ya bu  deveyi gütmek,ya da bu diyardan gitmek gerekiyordu. Kadınlar acıyı seven yaratıklarız, acıdan besleniyoruz. Bize huzur veren adamları değil de hep kanırtanları tercih ediyoruz. Erkekler, kadınlar kadar da cesur yaratıklar değiller.Bizler kadar sevdiklerini söylemeye cesaretleri yok. Yazıklar onlar :)( belki de zaten bizim gibi  sevmiyorlar ), onların sevişmeleri için illaki sevmeleri de gerekmiyor. ”Nefes alsın yeter ” mantığının iğrençliğiyle devam ettirebiliyorlar ilişkilerini. Onlar için Ayşe olmuş, Gül olmuş, Fulya olmuş çok da fark etmiyor yani…Biz kadınlar yaşadığımız beraberliklere rahatlıkla ilişki  diye biliyorken, onlar bunu bile kabullenip dillendiremiyorlar. Onun için ben, erkekler adına bir kolaylık sağlayıp, ilişkiye bir kod adı buldum .KOD ADI OSMAN!!!! Kızlar siz şimdiden sonra sevgililerinizle konuşurken ( ayyyy ben sevgili mi dedim??? çoğu sevgili olmaktan da tırstıkları için bunu da kullanmayın ) Sevgili için de VİLDAN diyelim mesela??? İşte bunları anlatınca kadıncağıza, biraz kahkaha,biraz gözyaşı geldi vapurumuz ada iskelesine öpüşüp koklaşıp indik vapurdan.

Kızlar!!! karşınızdaki godiklere hiç çekinmeden,utanmadan ve de sıkılmadan ”ŞİMDİ BİZ NEYİZ?” sorusunu sorun. Versinler size bunun cevabını. Yıllar sonra ” e biz zaten sevgili filan değiliz…ben bu OSMAN ı romantiklik boyutuna taşımayı zaten hiç düşünmedim ki ” gibi saçma sapan ve duygudan yoksun bir sakinlikle duyup delirmek istemiyorsanız, baştan sorun kızlar…Vapurdaki tatlışın hayal kırıklığını  yıllar sonra yaşamak istemiyorsanız sorun. Size de yıllarınıza da yazık olmasın derim ben. Kulağınıza bir abla tavsiyesi takın bence :))) OSMAN-VİLDAN ikilisini de unutmayın .

Sevgisiz, aşksız ve de gerçek sevgilisiz kalmayın…

NERDE PRAG ORDA BIRAK :)

Acılar ikiye, belki de ” çok ” a ayrılıyor aslında.

Bazı acılar ; ki bunlara şoka bağlı acılar diyorum. Hiç ummadığın bir anda, ummadığın birisinden gelen kazık sayesinde yaşarsın.Bunun illaki bir aşk acısı olması gerekmiyor.İster dost kazığı olsun,ister aşk kazığı…Sonucu da hissettirdiği de aynıdır aslında 🙂 İlk gün midene, böbreğine, başına, kıçına, kalbine oturur, bisikletten düşmüşsün gibi her yerin ağırır, sızlar, ağlarsın, üzülürsün, uyuyamazsın, hatta kimseleri de uyutmazsın…hiç bitmeyecek geçmeyecekmiş gibi gelir, sızar uyursun bir şekil. Gecenin bir saati şeytan dürtmüş gibi üzerine değil bir ” öküz ” dünya devrilmiş gibi kalkar uyanırsın. Üzerindekinin değil de , bunlara sebep olan ” öküze ” söver sayarsın. Sabah şiş gözler, bembeyaz bir surat, baş ağrısıyla uyandığında…A…aaaaaaa o da ne??? Sersemlik dışında o berbat duygularından eser kalmadığını görürsün. Eee ??? bu harika bir haberdir :))) İşin en tatlı kısmına gelmiştir artık sıra …Soğuk yendiği söylenen, ama tatlış intikam yemeğine ….

Acılardan diğeri, asıl berbat olanı da budur aslında.Yıllar geçer, ne aklından, ne yüreğinden, ne de ruhundan söküp atabilir, unutabilirsin. Her aklına gelişinde burnunun direği ilk gündeki gibi sızım sızım sızlar, gözlerini yaşartır, beynini uyuşturur, ruhunu yaralar…Belki ilk günlerdeki şiddeti yoktur ama içinde yıllardır biriktirdiğin anıları, kahkahaları, gözyaşlarını, güzellikleri, minnetleri, yaşanmışlıkları, iyi ve kötü günlerini üst üste katlar, sıkıştırır, biriktirir durur. Her birine ömrünün sonuna kadar yer vardır her zerrende..Sıkıntı onları bir daha hiç bir şekilde göremeyecek olmandır…bu daha da çok acı verir insana özleyince arayamazsın, gidip göremezsin..Senin için,onlarla geçirdiğin her an sonsuz kıymetlidir. Hiç unutamazsın.

Bunlar o ” çok ” acılardan sadece ikisi…ama bana göre, ev vurucu dokunuşları yapan acılar yüreğe. İlkini de zaman zaman hatırlatan bir müzik, bir koku, bir renk aklına getirir, küfrederek, belki de artık gülümser ve geçer gidersin.

Ama ikincisini unutamazsın zaten…hiç kimsenin, hiç bir kokunun, hiç bir rengin , hiç bir şarkının önüne çıkmasına ihtiyacı yoktur. Sonsuza kadar beyninin her kıvrımında çöreklenmişlerdir.

İşte ben bu ” çok ” lardan sadece ikisini yazdım…kendimce…içimden geldiğince…Belki de diğerleri de gelir sonra yazarım kim bilir?

GÖLYAZI’ YA GİTTİM…

Geçen hafta Gölyazı ‘ya gittim. Bursa’nın; Nilüfer ilçesine bağlı, Ulubat gölünün kıyısında minnacık bir Rum  köyü Gölyazı..O bayıldığım taş evlerin olduğu,730 yıllık ağlayan çınarının bulunduğu, kapılarını irili ufaklı tenekelere ekili bolca pembe, kırmızı ve beyaz sardunyaların süslediği, huzurlu bir balıkçı köyü burası…

Köy meydanındaki tezgahlarda,teyzelerin kendi el emekleri, mis kokulu gözlemeleri ve ekmekleri satılıyor. Sazan, tuna, kerevit almak isterseniz de son derece ucuza bu balıklardan alıp ayıklatıp evde afiyetle yiyebilirsiniz. Ayrıca meydandaki köy kahvesinde göl manzarasına karşı kahve içmek de son derece keyifli gerçekten. Eğer kahvaltı etmek isterseniz,benim tercihim   Faik Bey Konağında mis gibi gözleme ve semaverde çay oldu.Gece kalmak isteyenler için konağın üst katları  bunun için son derece zevkli hazırlanmış.Fiyatlar da gayet makul gerçekten.

Daracık ,kırık dökük sokakları meyve ağaçlarıyla dolu. Komşuda pişer, bize de düşer diyerek, hayatımda yemediğim lezzette nar,incir ve ayva yedim. Zambak tepesine tırmanmadan Gölyazı’ dan ayrılmayın derim. Hafifçe bir yokuş tırmandıktan sonra, inanın gördüğünüz manzara yorgunluğunuzu unutturacak.

İşte böyle…benden bu kadar 🙂 Bir dahaki yazıda, başka bir yerde görüşmek üzere…

Neden Bir Blog Açtım?

Merhabalar, Nisan ben..

Gayet sıradan birisiyim…Üç çocuk annesiyim 🙂 Bayağı kafiyeli oldu gerçekten. Blog açmamın öyle çok da özel bir sebebi yok aslında. Gezip tozmayı, yeni yerler görmeyi, fırsat buldukça, özellikle yeni açılan yerlerde, yeni tatları,denemeyi severim. Sıkı bir kahve içerim desem yanlış olmaz sanırım….değişik yerlerde, kahve çeşitleri denemek. Arkadaşlarımla, kimseyi bulamazsam alıp başımı yerli turistlik yapmayı çok severim, fotoğraf çekmeye bayılırım, sohbet etmeye doyamam, yemek yapmaksa beni deli dinlendirir..İşte böyle 🙂 Ben gezeceğim, sonra da sizlere yazacağım. Bana katlanmaya hazır mısınız ???